Kategori arşivi: Son Dakika

Su baskınlarına itfaiye ve MASKİ’den anında müdahale

Manisa’nın Saruhanlı ilçesinde sağanak yağış sonrası meydana gelen su baskınlarına karşı Manisa Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanlığı ile Manisa Su ve Kanalizasyon İdaresi (MASKİ) Genel Müdürlüğü ekipleri tarafından müdahale edildi.
Saruhanlı ilçesine bağlı Koldere Mahallesi, yaşanan sağanak yağış sonrası su baskınlarına teslim oldu. Gelen ihbar üzerine harekete geçen Manisa Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanlığı ile MASKİ ekipleri seferber oldu. MASKİ MAKOM ekipleri ve Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanlığı harekete geçerek sahadaki olumsuzluklara müdahale ediyor.
Öte yandan MASKİ Genel Müdürü Burak Aslay ve Genel Müdür Yardımcısı Gökhan Çevik de yağıştan etkilenen bölgeye intikal etti. İtfaiye Dairesi Başkanı Gürhan İnal da ekipleri ile birlikte su tahliye çalışmalarına destek verdi. Su tahliye çalışmaları devam ediyor.

Kötülüğün açık öğretimi kaç yılda biter?

Kötülük nasıl yapılır? Bunu hiç düşünen var mıdır acaba? Geçenlerde çok haksızlığa uğramış bir arkadaşla dertleşirken ciddi ciddi bana “kötülüğün inceliklerini öğrenmek istiyorum, bildiğin kötülük eğitimi veren bir kurum var mı?” diye sormaz mı, şaşırıp kaldım, ne diyeceğimi bilemedim. “Bu isteğini şaka olarak kabul ediyorum” dediğimde büsbütün kızdı ve elindeki boş A4’ü yırtıp tomar yaparak yere doğru fırlattı. Ne demek istediğini tam anlamasam da bu hareketinden bir şeyleri kestiremiyor değildim. Bir A4’ü insan durup dururken ne diye cart diye yırtar. Üstelik bu arkadaş bir de yazar. A4’ün masumiyetini en az benim kadar bilir. Haydi yırttın diyelim ne diye tomar yapıp orta yere doğru fırlatıyorsun? O kızgın halinde göz göze geldik. Başını eğip ne dese beğenirsiniz: “Elimden gelen budur!”

Kötülük ve kötülere karşı bir insanın yapabileceği o kadar az şey var ki. Dudaklarını ısırmak, yumruğunu sıkmak, bir mezbeleliğe tükürük fırlatmak, önündeki kola kutusuna tekme atmak falan. Ha şimdi bunlara arkadaş sayesinde bir şey daha eklendi: Bembeyaz bir A4’ü yırtıp buruşturarak ortalığa atmak! Buna da şükür dedim içimden, ya arkadaş kötülük kurslarına gitmekte ısrar etseydi ben ne yapardım? Kötülük henüz kursiyere ihtiyaç hissedecek kadar azalmadı dünyamızda ne yazık ki. Keşke Çince gibi Sümerce gibi Hititçe gibi çok dolaşıp az rastlanan kurslarla aynı kaderi paylaşsaydı kötülük. Kötülüğün profesyonelleşmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız galiba. Çünkü yaptığı kötülük kişinin yanına kâr kalıyorsa bunun mutlaka bir işletmecisi var demektir. Korunaklı bir kötülüğe sahipseniz iyiliği bile üçüncü ligden alıp amatör lige yerleştirebilirsiniz.

Kötülüğün bu kadar örgütlenip kurumsallaşmasının sebebi nedir acaba? İyiliğin ve iyilerin kendi aralarında örgütlenememelerinden olsa gerektir. Gerçekten de siz çevrenizde iyi insanların bir çatı altında iyiliği bulaşıcı hale getirip yaygınlaştırmak için seferber olduklarını gördünüz mü? Ben görmedim. Belki de iyilerin çok fazla bulunmadığı bir muhitte yaşadığımdan dolayı olabilir bu. Baudelaire boşuna yazmamış “Kötülük Çiçekleri”ni. Sahi kötülüğün çiçek açtığı nerede görülmüş? Kulak verelim Baudelaire’e:

Meşhur ozanlar şiir diyarının çiçekli bölgelerini çoktan bölüşmüşlerdi

Kötülükten “güzellik”i ise çıkarmak zordu

Gene de hoş geldi bana bu durum.

Baudlaire’e göre kötülük peşinde koşanlar “iniş mutluluğu”nu tatmak isteyenlerdir; Tanrı ve de güzellik peşinde koşanlar ise yükselme isteğini gerçekleştirmeye çalışanlardır. Kötülüğün yatağında da türlü mahluk üreyebilir. Kötülüğün de kendine özgü yaratıcılığı vardır elbet. Bunu anlamak güç değil. Bir de kötülüğü gerçekleştirirken iyilikten yardım isteyenler vardır ki en bedbaht olanlar bunlardır. İyiliğe ve güzelliğe kötülük bulaştıran, iyiliği kötülüğe alet edenlerdir bunlar. Niyetlerinde sımsıkı sıkıştırdıkları kötülüğü kafalarında tasarladıklarını elde ettikten sonra azgın bir boğa gibi dışarıya salıverirler.

Arkadaşıma kötülüğe karşı kötülükle baş edebileceği bir “kötülük eğitim merkezi” (KEM) gösteremedim. İster istemez o da örgün kötülükten yaygın kötülüğe razı oldu. Geçen gördüğümde yüzü gülüyordu, ne yaptığını sordum. Ne dese beğenirsiniz? Elbette bu tarz kişiler ne dese beğenirsiniz. Ama ben başka bir şey diyorum; arkadaş bana ne dese beğenirsiniz? Gözlerini kısarak şöyle söyledi: “Artık kötülüğün açık öğretim fakültesinde okuyorum!”

Gözünü kısması ve sözünü bitirdikten sonra kıs kıs gülmesinden hayli endişe etmiştim. Bu adam sahiden kötülüğe dair hayli bir şey öğrenmişti. Üstelik bunları söylerken ortaya çıkan dişleri de sapsarıydı. “Desene” dedim içimden “son kuşlar da çekip gittiler”.

Sonra oturup oracıkta bir kaldırım taşının üstüne Sait Faik’ten şu satırları okudum:

“…Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı… Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi…” (Sait Faik, Son Kuşlar)

Dev sapma! 439 bin 244 yolcu garantisi verilen havalimanını 17 bin 785 yolcu kullandı

Devlet Hava Meydanları İşletmesi tarafından açıklanan verilere göre, 2023 Ocak’ta Zafer Havalimanı’nı 4 bin 83, şubat ayında 3 bin 825, mart ayında 5 bin 167, nisan ayında ise 4 bin 710 yolcu kullandı.

Toplamda 17 bin 785 yolcunun geldiği havalimanını ocak- nisan aylarında kullanan dış hat yolcu sayısı 6 bin 545, iç hat yolcu sayısı 11 bin 240 oldu.

Zafer Havalimanı’na ilişkin sözleşmeye göre, iç hat giden yolcu servis ücreti olarak 2 Euro, dış hat giden yolcu servis ücreti olarak da 10 euro garanti edildi.

2044’e kadar 208 milyon euro garanti ödeme yapılacak

Sözcü gazetesinin haberine göre; açıldığı yıl 850 bin yolcunun garanti edildiği havalimanına ilişkin sözleşmede yıldan yıla garantili yolcu sayısı da arttı. 10. yıl itibarıyla havalimanının yıllık garantisi 1 milyon 317 bin 733 yolcuya yükseldi. Zafer Havalimanı’nın yapım maliyeti 50 milyon euro oldu.

2012-2022 yıllarında şirkete yapılan garanti ödemesi 59 milyon 676 euroya yükseldi. Havaalanı kamuya 2044’te devredilecek. Bu tarihe kadar şirkete ödenecek olan garanti ödemesi 208 milyon euro olacak.

Bu soygunu biz durduracağız

Zafer havalimanı ile ilgili konuyu sık sık TBMM gündemine getiren CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, açıklamada şunları söyledi:

‘”AKP iktidarının Zafer Havalimanıyla ilgili performansı, Guinness Rekorlar Kitabına girecek niteliktedir. 2020 yılında garanti edilen yolcu sayısı 1 milyon 279 bin 352’ydi ve gerçekleşen yolcu 7 bin 429 oldu. Hata payı yüzde 99 oldu.

Havalimanının hizmet verdiği Kütahya-Afyon ve Uşak’ın toplam nüfusu yaklaşık 1 milyon 700 bin kişi ve 2023 için verilen yolcu garantisi ise 1 milyon 317 bin kişi oldu. Yani havalimanı için neredeyse 3 ilin nüfusu kadar yıllık yolcu garantisi veriliyor.

Bunun tutturulması mümkün mü ? Bu kadar öngörüsüzlük olur mu ? Hazineyi zarara uğratanlar hakkında Ankara Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundum. Bu soygunu biz durduracağız.”

Bir tohum gerek diyoruz, insanın içine düşmeli!

YENİDEN BİR MERHABA

Aylar, yıllar, vakitler geçiyor da, biz rüzgarların önündeki yapraklar misali dursuz duraksız, kan ter içinde dolanıp durmaktayız. Sonra, birden içimize bir “merhaba” şavkı düşüyor. İçimizin ışığı dünyayı sarıp sarmalayacak, kuşatacak sanıyoruz. İçimiz bir hoş oluyor, kabarıyor, dalgalanıyor. Merhabanın nuru bizi söyletiyor, dilimiz açılıyor. “Bir tohum gerek” diye tutturuyoruz. Zamanca israf ettiğimiz için hiç vakit kalmayacakmış gibi telaşlı; zaman da mahluktur ve mütenahidir, diye inandığımız için emin ve telaşsız öyle diyoruz.

Bir tohum gerek, diyoruz. İnsanın içine düşmeli. Orada yeşermeli. Orada göğermeli. Orada başak tutmalı. Harmanı hasadı insanın içinde olmalı. İnsanın içinde savrulup, içinde ambarlanmalı… İnsan ona değirmen kesilmeli. Bu değirmen bizde çağıldamalı…

Bir tohum bir nazardan gelmeli. Mübarek ve muazzez bir kişiden. Er bir kişiden. Bu merhaba bir dosttan gelmeli. Mübarek bir dosttan. Dost bir kişiden… Bu merhaba sıcak olmalı, sımsıcak. Doğru olmalı eğriye, gelişigüzele karşı. Alabildiğine geniş olmalı, uçsuz bucaksız; kahredici ve bunaltıcı dâr’a karşı. Bu merhaba, bir tohum olmalı. Vefasızlara, avareliklere, günü birliklere, iğretilere, ihtiraslara karşı.

Bu merhaba yeşermeli, göğermeli; ihmallere, ilgisizliklere, yalnızlıklara karşı.

Başak tutmalı; hiçliklere, kayıplara, karanlıklara karşı.

Bu gurbette, bu kahırda, bu çaresizlikte, bu kimsesizlikte…

Harmanlara hasatlara gelince, şair diyor ki, “Canıma ezelden bir merhaba sundu, çeşm-i yâr/ Öyle mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim”. Şair öyle diyor. Bu selam Hakk’ın kendisine seçtiği selamı, merhabası olmalı.

Sonra, bir başkası, o da şair. Kutlu bir dölün, bir “mana eri”nin merhaba bahri… Her şeyin uğruna yazılması, uğruna yakarılması, uğruna yaratıldığı Nebiyyi Zişan’a yazılmış. “Merhaba ey şah-ı sultan merhaba” diye başlıyor. Öyle başlıyor. Dağı taşı, kurdu kuşu, otu dikeni, beşeri insanı, salt delilerle Hakk dostu Veli’leri, cümlesini, cümlesinin yekûnunu dillendiriyor ve merhaba bahri oluyor. Bizim de içimize bu gurbette, bu kahırda, bu çaresizlikte, bu kimsesizlikte bir merhaba sunulsa.

Bir merhaba sunulsa da, gurbet vuslata, kahır lütfa, çaresizlik çareye, kimsesizlik vahdete dönse. Sırlansa, nurlansa. Allah’lı olsa. “Sen olmasaydın”ın mazharı olsa. Şah-ı Velayet’in yolu olsa. İbtilâlara şâd ve şâdüman olsa. Kahırlara omuz silkip şükürlü olsa. Gülmenin ve ağlamanın hudutlarının dışına çıksa. Hasılı merhaba olsa. Sıcak, sımsıcak bir merhaba olsa. İçimizi sarsa. Yorgunluğumuzu alsa. Bizi yusa yıkısa. Arı ve pak kılsa… Sonra, her şeye yeniden başlayabilsek. Çocuklara, aşka, duaya, niyaza, teslimiyete, küfre, sabra, şekvâya, imana… Dönüp dönüp Hakk’a gelmeye, Sırat-ı müstakimden, yılların yolundan Hakk dosta gelmeye.

Ezelden denen merhaba, ebede taşınıyor

Merhaba’ların has sahiplerinden yahut tek sahib’in has kullarından bir diyor ki, “Biz her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası”. Bizim Yûnus öyle diyor. Merhaba diyor. Yerinde saymanın esirliğini salıyor, azad ediyor. Nefis köleliğinin zünnarını kesiyor.

Sonra yine merhaba diyorlar. Bu defa kınamalara karşı diyorlar. Horlanıp itilmelere, azarlanıp kakılmalara karşı diyorlar. Merhaba ol cihetden tulû ediyor. Konya nam şehirde, Ka’betüluşşâk’ta, eşiğine yüz sürülesi, “Yüz defa tövbeni bozmuş olsan bile, bize gel” diyor. Bu, Mevlânâ’nın merhabasıdır. Merhaba kapısını ardına kadar aralıyor. Kapısız ediyor. Cemal kapılarını, nur kapılarını, bereket kapılarını, ihsan ve af kapılarını açıyor.

Sonra, dem-i Mısri geliyor. Ol cihete dönülüyor. “Bu Niyazi’den de Mevla görünür” diyor. Merhabada yanıyor. Merhabada tebahhur ediyor. Merhaba ile bir oluyor. Hem-vücud oluyor. Hem-zeban oluyor. Hem-gönül oluyor.

Sonra, yine muhtelif yönlerden tecelliler oluyor. Gelenler geliyor.

Daha sonraları, bir garip adem geliyor. Seyrangaha çıkmıştır. Adına Seyrani diyorlar. “Kelb iken kelb yavrusundan geçmiyor” diyor. Merhaba’nın sahibi de geçmez, diyor. Bizden demiyor, ayrılık gayrılık olmasın için. Ben sen tefriki kalksın ara yerden diye. “Kelb iken kelb yavrusundan geçmiyor/ Hakk Seyrani’sinden geçer mi bilmem” diyor.

Sonra, yine yol yol merhabalar deniyor. Ezelden denen merhaba, ebede taşınıyor. Yolculuk budur. Yol budur. Erkan budur. Kutsal emanet merhaba’dır.

Sözü düğümleyip biz dahi diyelim ki, “gamlanma gönül gamlanma”, merhaba insanadır. Merhaba, sahibinin kendisine merhabasıdır.

Fethi Gemuhluoğlu, Arapgir Postası, 14 Mart 1958

Mehmet Emre Ayhan alıntıladı

Aynı trende olmak herkesi aynı yolun yolcusu yapmaz

Evinden işine, işinden evine gitmek için her gün düzenli olarak banliyö trenini kullanan eski bir polis ve sigortacı Micheal McCauley’in (Lieam Neason) bu seferki yolcuğu farklı başlar. Trene binmeden az önce işinden olmuş ve telefonunu çaldırmıştır. Bu yolculuk hayatını büsbütün etkileyecek olan bazı ani ve önemli kararlar vermesine sebep olacaktır. Maddi açıdan sıkıntılı günler yaşayan McCauley oğlunun üniversite parasını acaba bulabilecek miydi?

Lieam Neason (Micheal McCauley), Vera Farmiga (Joanna) Patrick Wilson (Alex Murphy) ve Sam Neil’in (Captain David Hawthorne) oynadığı The Cummute (Yolcu) filminin yönetmen koltuğunda Jaume Collet-Serra oturmakta. Bu film haricinde yönetmen ayrıca Kimliksiz, Non Stop, Karanlık Sular, Hayatta Kal ve İnsanlığın Sonu gibi pek çok filme imza atmış. Toplam bir saat 45 dakika süren film, 12 Ocak 2018 tarihinde gösterime girmiş. Senaryosunu Byron Willenger Phlip de Blasi Ryan Engle yazmış, müzikleri ise Roque Barios’a ait.

Micheal McCauley düzenli olarak aynı treni kullandığı için artık yolculuk yaptığı pek çok kişiyi tanımaktadır. Ama o gün gizemli bir kadın Vera Farmiga (Joanna) ile tanışır. Joanna kendisinden, son durağa gelmeden, trende olmaması gereken bir yolcunun kimliğini bulması için yardım ister. Karşılığında da gayet cazip bir para teklif eder. Micheal McCauley kendini bir anda gizemli bir olayın içinde bulur ve istese de istemese de artık o yolcuyu bulmak zorunda kalacaktır. Zaman geçtikçe olayın onun ve yolcuların üzerinde kurulan bir komplo olduğunu anlar. O andan itibaren her şeye şüpheyle yaklaşan McCauley’in işi oldukça güçtür. Ama her şeye rağmen bu durumu çözmek için elinden geleni yapar. Başarılı da olur.

Hikaye pek çok filmin içeriğini dolduran trende geçiyor. Bir olaydan çok olgular üzerinden giderek konu, aksiyon ve gerilim türünde aktarılmaya çalışılıyor. Her ne kadar bazı noktalarda bütünlüğü bozan kopukluklar olsa da kurgunun insanda merak uyandırmayı başardığını söyleyebiliriz.

Aksiyonla gerilim arasında gelgitler

Aksiyon ve gerilim havası zaman zaman bayrak değiştirse de film, izleyiciyi diken üstünde oturtmayı başarıyor. Kısa bir zaman diliminde kendisi ve trendeki yolcuların hayatını kurtarmak zorunda olduğunu fark eden McCauley’in kapana kısılmış bir ruh haliyle ürettiği çözümler ve tahminler heyecanı tırmandırdığı gibi hayal kırıklıkları da yaşatıyor seyirciye. Ama o, her şeyi tekrar tekrar gözden geçirerek, kafasında kurduğu düzeneği farklı kulvarlara uyarlayarak trendeki kimliği belirsiz yolcuyu bulmak için azami bir çaba sarf ediyor.

Film boyunca meçhul kişiyi bulma konusunda yaşanan başarısızlıklar neticesinde, asıl meselenin onu bulmak olmadığını, arka tarafta çok daha farklı oyunlar döndüğünü anlıyoruz. Daha doğrusu bunu McCauley anlıyor. Sonunda amacına ulaşıyor. Aranan kişiyi buluyor. Ancak ucunda para olduğu halde canı pahasına da olsa onu kimseye teslim etmiyor. Tabiri caizse kurulan tuzak karşı tarafın elinde patlamış oluyor böylece.

Bana sorarsanız film daha gerçekçi ve içerik açısından daha tatmin edici olabilirdi. Kurgudaki bazı hatalar filmi zayıflatıyor ve benzerleri arasında sınıfta kalmasına yol açıyor. Ama yinelediğim gibi trende geçen bir film olması ve Lieam Neason’un oyunculuğu sayesinde durumu kotarıyor.

Fırtına geldiğinde…

“Bir adamı adam yapan fırtına geldiğinde ne yaptığıdır.” Alexsandr Dumas’a ait olan bu söz belki de filmin özeti olabilir. Sakin havalarda veya her şey güllük gülistanlıkken herkes olumlu bir izlenim verir. Ancak fırtına başladığında bunlar tepetaklak olur. İnsanların karakteri, ne kadar güçlü olduğu büyük sınavlardan geçerken ortaya çıkar. İşte böylesi durumlarda kriz çözebilme kabiliyeti veya çözüm üretme kapasitesi ayırt edici vasıflar olarak kişileri öne çıkartır. Filmde bu özellikleri sebebiyle McCauley içinde olduğu muammayı öngörüleri, mantığı ve belki de sezgileriyle sayesinde çözmeyi başarmıştır.

Trenin yoldan çıkmasıyla birlikte olayın gizemi çorap söküğü gibi çözülmeye başlar. Aslında genel bir hikâyenin zamanla kişiselleştirilmesidir tanık olduğumuz durum. Masum bir adam için hazırlanan yolsuzluk dosyasının dıştan değil de içten nasıl çözülebileceğini gözler önüne seriyor film. Son raddede filmin temel mesajının şöyle özetleyebiliriz: para her şey değildir; insani değerler milyonlarca dolardan daha kıymetlidir; para her zaman elde edilir ancak insanın gururunu ve onurunu yitirmesi telafi olmayan kayıplardır.

Hatice Kübra Karadeniz

Mayıs 2023 Dergilerine Genel Bir Bakış-3

Edebiyat Ortamı, 92. Sayı

92. sayısı ile buluştuk Edebiyat Ortamı’nın. Derginin son sayılarında söyleşiler oldukça geniş yer tutuyor. Özellikle yeni kitabı çıkan isimleri sayfalarına taşıyor dergi. Yüreklendirmek, omuz vermek anlamında oldukça kıymetli bir destek bu.

92. sayıda da birçok isimle yapılan söyleşi var. Bu isimler; Mücahit Ocakden, Kaan Murat Yanık, Vildan Külahlı Tanış ve Ahmet Turgut. Ocakden ve Tanış’ın söyleşilerinden paylaşımlar yapacağım. Devamı; Edebiyat Ortamı 92. sayıda.

Mücahid Ocakden ile Yatağı Küften Bir Çocuk Üzerine